İşin özü, konuya nerden dahil olacağımın hesabını defalarca yaptım. Bazen sanki rüzgarın beni biraz doğuya fazlaca kuzeye sürüklediğini hissediyorum.
Ve Nerden başlasam baştan başlamış sayılırım diye. Ama her nerden başladıysam konuya, sanki ya ortasından gelişigüzel yeni harcanmış birkaç cümlelik hayatlara, ya da konunun bitimine ramak kala, fakat çoktan harcanmış son bir cümleye sığdırılmak zorunda bırakılmış yaşanmamışlıkları hissediyorum. Toplumun bizzat rahatsız olduğu ve aynı zamanda toplumun kendi yarattığı bakteriler gibi, sadece oksijenin olması bile yeterli sayıya ulaşan hasta toplumlar meydana getirdiler. Halbuki toplum, geleceğine yön veren aile yapısını minimal ölçüde yanlış yönlendirmesi ile kendi kuşakları için ve özellikle gelecek kuşakların artık bir daha belleğini ve bellerini doğrultamayacakları büyük facialara neden olacaklar. Patolojik olarak kendi ellerimizle yarattığımız düzen hastalığından rahatsızız ve gelecek için de umutsuzuz. Asıl işin üzücü yanı, gelecek için nasıl daha iyi bir toplumun mihenk taşı oluruzun en ufak bir basamağında dahi yer alamamamız. Kültür, sanat, örf-adet, din terimleri ya yanlışa yanlış ekleyerek ya da doğruya yanlış ekleyerek o anki toplum nezdinde hoş görülerek ve kendi yaşamlarını bu terimler doğrultusunda hareket ettirerek var olmayan fakat var ettiğimiz yeni yanlışları hayatımıza dahil ediyoruz.
Kendi yarattığımız toplumun türevleri de umutsuz bir gelecek vadediyor.
Size yanlış kurgulanmış bir hayatın doğru yaşanılmasını ne kadar anlatabilirim onu da bilemiyorum, çünkü hepimize küçükken yanlış diye öğrettikleri ve doğru diye yaşattıklarının, aslında yanlışın doğru ve doğrunun yanlış olduğunu bu yaşa gelince farketmemiz de ayrı bir acı. Şimdi çocuklarımızı gelenekten gelen yanlışlarla büyüttüğümüzü varsayarak dayattıklarımızın yanlışlığına insan sevdiklerinin kendilerine yanlış yaptıran yaşa gelince anlarmış. Fiziksel olarak baz aldığımız yaş değil, anlamayı kavramsal olarak içselleştirdiğimiz yaştan bahsediyorum. Kimisi omuzunda taşıdığı otuzlu yaşında, kimisi arkasından sürüklediği altmışlı yaşlarında ve kimisi kucağında taşıdığı henüz yirmili yaşlarında farkediyor. Dedim ya fiziksel yaşın matematiksel hesaptan başka bir önemi yok, sadece kavramsal olarak geçen bir zaman dilimidir bu. Mesela Neredeyse hepimiz şahit olmuşuzdur çocuklarımızın ters ayakkabı giydiğine, ve belki de defalarca çıkartıp tekrar tekrar düzeltmemize rağmen, başka bir giyişinde bizim hatırımıza o an ses çıkaramamış ve bizden hemen sonra tekrar ters giydiği ayakkabı ile ara sokakları arşınlıyordu. Ve işin ilginç yanı bir defa bile yanlışlıkla doğru giydiğine şahit olamayışımız da bizi düşündürüyordu, tıpkı her defasında bilerek yanlış giydikleri gibi. Çünkü bazı yanlışları anlamak yılları alır. Belki de birilerinin bize yanlış olduğunu söylemesinden çok, bizim o yanlışı kendiliğinden farketmemiz daha elzemdi. Çocuklar ezbere yaşamı sevmezler. Anlaşılır yaşamı, ezberlenmiş yaşama tercih ederler. Bunu anlamaları ömürler alır ve biz kalkıp ancak anlaşılması yılların alabileceği bir konuyu bir kaç saniyede anlatmaya çalışarak ve bundan hemen sonuç almayı bekliyoruz. Şimdi söyler misin bu yaşına kadar doğru bildiğin ve yapmaktan çekinmeden ve hatta övüne övüne yaptığın doğrularının aslında yanlış olduğunun farkına varanlardan değil misin? Üstelik senin gündelik olarak karşılaştığın kavramları çocuklar belki de yıllarca karşılaşmazlar bu hem korkulası hem yabancısı oldukları yeni dünya ile.
Yanlış büyüttüğümüz çocuklarımızın cezasını toplumsal olarak çekiyoruz.
Şimdi herkes ömrünün erişebileceği en üst makamında zulmediyor, merhamet bekliyor.
Olan bitenlerden haberdar, ama sessiz. Gördüklerimizin şahitliğini bile yapmakta aciziz. Bu halimizi uzun cümlelerin anlatabileceğine inananlardan da değiliz. Artık kısa cümleleri de ihmal edecek kadar bahtsızız da. Daha çocuklarımızı mevsimler kadar da tanımıyoruz. Kışın soğuk getireceğini, baharın bereketini bizden esirgemeyeceğini biliyoruz. Fakat çocukların bize ne getireceğini ve bizden ne götüreceğini bilemeyecek kadar yabancıyız.
Hepimiz kaybettiklerimizin parçalarını arıyoruz bulamayacağımızı bildiğimiz yerlerde.
Toplumsal bir hastalığın pençesinden kurtulmaya çalışan bir vicdan ve aynı zamanda bu hastalığın sürdürmesinde memnun olan bir toplum haline geldik.
Medeniyetten kopmuş ve medeniyetten kovulmuş toplumun en aktif rolünü üstlenen neferleriyiz.
Olmasından korktuğumuz her şey oluverdi, artık olmasından korkacağımız hiçbir şey kalmadı dediğimiz anda olması mümkün olmayan yeni kötü şeyler oluyor. O yüzden korkunun da heyecanın da yeri yurdu belli değil. Ve olması mümkün olamayacak hiçbir şey kalmamış her şeyin olması mümkün zamanlardayız.
Sevgili Ebeveynler sizler, çocuklarınızın karar verecek yaşa gelinceye kadar kaderisinizdir. Ne söyleseniz çocuk onu yazar, ne yaşasanız çocuk onu yaşar, adeta çocuklara biçilen alın yazısı gibi.
Ömrünü bitirmiş zamanın çirkefliğinden kurtulun, toplumsal olarak hazırladığımız suçlarımızın failleri çocuklarımız olmasın. Zamanın ruhuna üfleyin; çirkinlikleri abartıyorduk, ama şimdi güzellik zamanı.