Volta Sohbetleri

Abone Ol

 ‘Gönlünün çiçekleri solmasın’. Ne kadar güzel ve ne kadar anlamlı bir söz! Naiflik akıyor buram buram. İnsan en çok yüreğinde hangi çiçek türünü besler? Hangi renkler vardır mesela? Sonbaharı, kışı var mıdır örneğin? Yoksa hep bir baharı mı vardır? Gönlünün çiçekleri; kimde kimlerde vardır mesela? Bunun iyisinin ve kötüsünün ayırımı var mıdır? Bir sözün bu kadar soru yağmuruna tutulması merak değil ise sözün berraklığından oluşan derinliktir. Sevdim dedim sevdim, onca eğrelti otların arasında dört yapraklı yoncayı bulma heyecanıyla. Sonrası tuhaf yaprağın sürgünlüğü, kapısında buldum kendimi. İçsel bir konuşma vardı aramızda. Nakış işlediği gönlüme iğnelerini batırırcasına kırgındı oysa ben en çok içimi ona dökmüştüm.

Rüyanın bölünmüş yerinden irkilerek uyandırılıyoruz kendi söküklerinin yabancısı olan terzinin dikiş makinasından yuvarlanarak gelen bir pazartesiye. Bundandır haftanın ilk gününün sevimsizliği. Bütün hikâyelerin sınırdaşı olduk komşuluk ilişkilerinin tanıklığı, seslerin ise şahitliği, gelenler kadar gidenlerin çokluğu. Yeni yılın başlangıcından, eski yılını tamamlayan tarihin hep aynı isimlerini taşıyan günleriyle kucaklıyorum seni. Geçmişi bu zamana sığdırmışlar bizi ise muhacir düşlerimize. Yeni yılın mutluluğu dökülsün yüreğinde açan Papatyalara. Hangi çocuğun topacından ayrılan zaman bu? İlerlemeyen pili bitik bir saatin en uzun gecesiydik. Dayanmanın bile içinden geçiyoruz ona bile dayanmak diyoruz. İyi niyet duyguları diyoruz buna, önce kendimizi avutuyoruz sonra sessizce yağan yağmur diner de gök kuşağı ile fısıldaşırız diye niyet ettiğimiz. Dışarda üşüyen bir mevsim ve yine bir şiirdi yüreğimizi ısıtan, uzayıp giden sesin bir volta anında yankı bulması.

Bu şiiri sana yazdım desem gönlünün çiçekleri açar mı? Bu bir şiir değil deyip yüzünü mü asarsın? En azından bir şiir denemesiydi der çıkarım işin içinden. Kaçak bir nehir gibi süzülen yüzünün patikalarında benzer hikâyeler çoğaldıkça kımıldıyor sayfaları eksik bir günlükte. Adımlarının değdiği sayfalarda karlar birikir ve en çok çocuklar toplar, az sarılan bir tütün ve hercai Menekşelerinin demlendiği yerde. Kader resitalleri esecekti dağın en heybetli yerinde ve yine otuz dört çocuk keskin bir tarihin ağır yüklerini sırtladıkları heybeleri ile gelip geçeceklerdi yalın ayak. Sıcak ekmek kokusunu soluduğun avluda sarmaşıklar var mıdır hala? Duvar diplerinin oyukların da birikmiş midir? Oysa en çok çiçekler ve en güzel çiçekler oradaydı hiç keşfedilmeyen anıl yazılarında. ‘‘En son güvendiğim insanlardan öğrendim haksızlığı. Söylesene; senin ahının vebalini de taşıya bilir miyim’’?