Nejmettin ÖZDEMİR

Bu yazımızda; dünyada ve Türkiye’de olup bitenleri anlamaya çalışacak, “bakış”ımızı olaylara ve olayların perde arkasına çevireceğiz. Yazımız dört bölümden oluşacak. Birinci bölümde; Kuzey Afrika’ya da uzanan Müslüman coğrafyayı, özellikle Ortadoğu’yu ele alacağız. İkinci bölümde; dünyada ve Ortadoğu’da egemen güçlerin maşası olan terörü ve yıkıcı faaliyetlerini irdeleyeceğiz. Üçüncü bölümde; son dönemde Türkiye’ye yönelik, içeride ve dışarıda yaşananları konu edineceğiz. Dördüncü ve son bölümde ise; kurulmakta olan yeni dünya düzeninde, Türkiye’nin nerede durduğunu anlamaya çalışacağız.

 

1. Bölüm

 

NEDEN ORTADOĞU ?

 

Bugün, ülke olarak çevremizde olup bitenleri anlayabilmek için milletler tarihini, özellikle de Ortadoğu milletlerinin tarihini bilmek gerekir.

 

Ortadoğu, insanlığın varoluşundan bu yana sayısız medeniyete ev sahipliği yapmış, yine sayısız medeniyete mezar olmuştur. Tarih boyunca bu coğrafyada bolluk, bereket, zenginlik, güç ve ihtişamın yanında, doğal ve insan kaynaklı felaketler, savaşlar, göçler, yokluk ve ölüm kol gezmiştir. Ortadoğu coğrafyasında yer almak, başlıbaşına hayatta kalma mücadelesi vermeye hazır olmak demektir.

 

Ortadoğu insanlık tarihinin başladığı yerdir. Kıtaların kavşak noktasıdır, bu yönüyle, dünyanın önemli merkezlerine erişim imkanı sağlayan bir üs konumunda olduğu gibi, doğudan batıya, güneyden kuzeye dünya ticaretinin de uğrak noktasıdır. Bölge toprakları, petrol ve doğalgaz gibi enerjilerin kaynağı olduğu gibi, bu enerjinin başka noktalara güvenli nakli için de vazgeçilmez önemdedir.

 

Dinler tarihi açısından bakıldığında da Ortadoğu büyük önem taşır. Üç semavi dinin, arzla buluştuğu mekân olan Ortadoğu, vaadedilmiş topraklardır. Üç semavi din için de kutsal sayılan selam beldesi Kudüs bu topraklardadır. Bu coğrafya dünyanın hiçbir yerinde rastlanamayacak kültür ve medeniyet zenginliğinin yatağıdır. Ortadoğu dünyanın merkezi konumundadır. Ortadoğu’ya hükmeden dünyaya hükmeder.

 

Öte yandan, Akdeniz’i çevreleyen Kuzey Afrika’nın beş ülkesi, Ortadoğu’da İsrail dışındaki on üç ülke ve Avrupa’nın bağrına doğru uzanan Türkiye’nin oluşturduğu bu hattın tamamı Müslüman milletlerden oluşmaktadır. Sınırları Kuzey Atlantik Okyanusundan Uzakdoğuya, oradan Türkiye ile Avrupa’ya kadar uzanan bu kesintisiz hat, coğrafi olarak, Avrupa Birliği’nden iki kat daha büyük bir “Müslüman Milletler Topluluğu”nu oluşturmaktadır. Bu haliyle, bu topluluk, dünya siyasetinde söz sahibi olabilecek bir blok oluşturabilme potansiyelini bünyesinde barındırır.

 

Bu potansiyel batılı egemen güçler için büyük bir tehlikedir. Bu güç bloğunun oluşmaması için, bölge milletlerinin birbirinden uzaklaştırılması ve hatta düşman edilmesi, birbirleriyle savaştırılması gerekir. Ve Batı bunu, yüz yılı aşkın süredir çok iyi yapıyor.

 

17 Aralık 2010’da, 26 yaşındaki Tunuslu Muhammed Buazizi, bir pazaryerinde, hükümeti protesto için kendini yaktığında, Emperyal gücün bu olayı, adını da Arap Baharı koyarak, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme (kana bulama) planının, beklenen kıvılcımı olarak kullanacağından elbette habersizdi.

 

O tarihten bu güne kadar geçen altı yıllık sürede, tamamı müslüman bölge ülkesi olan Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün, Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta çıkarılan halk ayaklanmaları, silahlı çatışmalar ve Suriye’de halen devam eden (dış destekli) iç savaş sonucunda, binlerce müslüman hayatını kaybetti, milyonlarcası evsiz kalıp, göç etmek zorunda bırakıldı. Bahar (!) yağmurları, Arapların üzerine acı ve ölüm yağdırmaya devam ediyor.

 

Emperyal egemenlerin kanla kurmaya çalıştıkları yeni dünya düzeninin adı olan Büyük Ortadoğu Projesinin başlangıç ayağı Arap Baharıyla, bölgede yaşanan bu zorunlu demografik değişimin ardından, sıra sınırların yeniden çizilmesine gelmiştir.

 

Devam edecek ...