Biten cümlenin ardından yeni başlayan bir satır başıydık, çok değil sadece bir kitap olma amacıydı duygular. Oysa onca güzel duyguların raflarda ne işi vardı? Sadece kendimize dönüktü yüzümüz, nefes boşluklarında birkaç kırık mısra yığını. Kullandıkça yüz hatları eskir mi harflerin? Rengârenk dizilmiş koca koca yalnızlıklar, küf bağlayan isimlikler çoktan gömülüydü göğüs kafesimde oysa hepsinin birer iyi halleri, ikişer tane de ezberleye bileceğim cümleleri vardı. Bir şeyler değişir diye el kaldırıyorum söz hakkı ister gibi masamda biriken kalemlerin tozları kadar mahçupluğum büyüyor. Bir parmak ile çizgiler çiziyorum tozun yarısı tek parmakta çoğalıyor, İnsan neden bir parmak ile yoklar tozları?

Kaldığım yer, virgül'ünü eksik bıraktığım yerden devam ediyorum. Şehrin en izbe yerinde, en yalnız anında çoğalan bir denklem gibi dedim ki; insan neden hep eksik bir hayatı yaşar? "Kiminin şansı, kiminin şansızlığı mıdır ki hayat"?  İnsan uçmak için kaç kanat eskitir? Çocuklar gibi kâğıt' lardan uçaklar yapıyorum, hiç biri köşeyi dönmeden yere çarpıyor. Gemileri deniyorum yüzeyde durma savaşı vermeden batıyor. Buruşturulmuş el yazması kâğıtlar da ne çok sorulara yer vermişim, tek kişilik azap gibi. Açık bıraktığım kapıdan göğe isyan bayrağını açan ikindi bulut' lardan yağmurlar bekliyorum. "Sonuncu mevsimdi nede olsa havada uçuşan yaprak kokusu".

İnsan yaş aldıkça anlıyor defalarca kullandığı kelimelerin ne kadar yorgun olduğunu ve ne kadar eksildiğini. Hiçbir şey eskisi gibi değildi artık ve biz o eskiyen zamana dili geçmiş cümleler ile hep özlem duyduk. Oysa hayatın hiçbir yerinde yoktuk. İki taraflı terazinin bir tarafı hep boştu. Eylül’ün kırılmaya yüz tutan yaprakları gibi kırılganlaşıyor tutulan küçük notlar. Uğrak yeri değildik yüzleşmelerin, ağızda çıkan sözlerin ağırlığı kadar gece de kocaman bir sessizlik. Kaldığım yer uzun uzun boşluklar çoğaltıyor bir dumanı izler gibi bakışlar donuk. Zalim bir zamanın fısıltıları yaygınlaşırken biz hepimiz o tarafa doğru yöneliyoruz. Farklı tarzlarla seslendirilmiş acılara ne çok sahiplenmek çoğaltılmış oysa hep yarım hikâyelerin tanıklığını yaşamadık mı? Dilimizde tükenmeye yüz tutan kelimelerin renkleri değişene kadar kullanmadık mı?