Kayıp Günlük

Unutulan ve tozlanmaya yüz tutan kitaplar vardı destanı ve zaferi büyük kahramanlık dönemlerini anlatan, hayatın dokusunu ilmik ilmik işleyerek iz bırakanların kalemleri. Ne çok sahiplenirdik; el değmemiş, güneşin sıcaklığına maruz kalmamış bir çiçek gibi korurduk. Hele ki; ödünç verildiğin de daha bir itina göstererek okurduk. Ortaokul sıralarında tanıştım her birinin ağır fikirleri ile. Sanatı ve toplumu ayrıştırmadan hepsi bir bütündür deyip bütün notaların evrenselliğini savunan sanat düşkünleri vardı bir de,  halkına sırtını dayayıp ceketini ilikleyenler. Şimdi ise caddelerin işlevsiz mor ışıklarının altında ucuz kahramanlık çığlıkları. Herkes bir şeylerin kahramanı olma peşinde. Birilerinin dişlerini sökerken, ağrıyan yerlerine basa basa çıkardıkları seslerden.

Ön yargılar topluyoruz, sokaklardan kaçak köçek saklanan birkaç nefes ağrısı. Her şey gerçek olmayacak kadar sahte, riyakârlık akıyor asılan bez brandalar ile süslenen karikatürler de. Kendi enkazlarının arasında çoğalan ses telleri nelere dil uzata bilirim'in kavgası. Kötülük damıtmak için bir birleri ile yarışa girenler, bu neyin bedelini ödetme yarışı? Sıvaları dökük evlerin duvarlarında ünlemin izahatı yok, avuç içi çizgilerine işlenen alfabenin ise kader çizgisi ile bağı çoktu. Cebimizde düş kırıklıkları, ayağımız da pranga, yüreğimiz de kendi yurdunun yabancı sözleri. Ne diyordu şair: ‘‘Öz yurdunda garipsin, öz vatanın da parya’’.

Aynı çamurdan heykeller yapmaya benziyor bozup bozup tekrardan yaptıklarımız. Bocalıyorum hayata anlam ve değer kattıklarımız her gün değişime uğruyor. Kötüsü ve iyisi ile benim diyorum; bütün kötülükler nar lekesi gibi iz bırakıyor. İpin ucu kaçmış, sökükler büyümüş, sökük artık tamamlanmayan bir çoban sürüsü. İp boğazımda düğümlenmese de nefes sizim. Bu iki dize üstüme basan kırk derecelik hava sıcaklığı.

Seslerin tınısı farklı, hangi dilden konuştuğunu bilmeden derin itiraflar saçılıyor. İzahatı yok kelimelerin her birinin arasında derin parantez boşlukları. En çok da beraber yıldızlara türkü söylediğimiz yerde. Üç temel ayrılık var artık aramız da kendini ayıran, kendine zaman kazanan ve kendinden pişman olan. İnsan en çok kendine zarar verirmiş ve hiçbir zamanda kendine verdiği zararın telafisini sağlayamazmış. Acıyı neyle ölçüyorlar bilmiyorum, sancıları fazladır. Sağanak mesken tutmuş yanaklarımı ve ben durmaksızın günlüğüme giyotinli dumanlar savuruyordum. ‘Beni ne zaman görür’ adını verdiğim, sırlarımız ve sınırlarımız ile zamana yaydığım günlüğümü kaybettim hükümsüzdür, sesimi bir arayışta aramayın üzerinde görüldü yazmıyordu…