Bir duvar dibine çöken gözyaşlarının suretleriydik biz, çok geç kalınan enkazlarının altından çıkarılan kanatsız kırlangıçlardık. Şimdi hangi şaire düşer şubatın acısını, derin mısralarındaki sözlere pay etmeye? Beni de eklesin; son söz deyip bitirdiği noktaya. Herkesi hayatımdan çıkarmayı başardım, bir kendimi hayatımdan çıkaramayışımın derin acısı var yutkunduğum nefesimde. 

Bir çocuğun sevinci kadar kollarımı iki yana açıyorum, yanık kokan bağrına bas beni, diyorum. Katlandığım hayatımın gülümseyen suretiydin sen. Ben ise saçlarının ovasına düşen beyaz kardım oysa. Şimdi ne yana dönsem gözyaşı topluyorum. Sana dair bir bulut uğurluyor beni, ‘’Ölüm dediğin nedir ki?’’ Diye kısık bir sesle soruyor bana. Bir daha sarılamamak diyemedim. Say ki bu şehrin bütün merdivenlerini çıkacak yolum kalmamış ve say ki buradan gitmek için en sağlam nedenlerim çoğalmış.

Hayatımın yükleri, ömrümün yabancılığı, bende duran zamana sitem dolu ahlar ediyorum. Beyaz bir silgi ile silip değersiz kıldığımız kelimelere sırtımızı dönmeyi başardığımız her şeye muhtacız şimdi. Soğukmuş memleket, iliklerimize kadar donuyoruz. Duydun mu? Duyuldu mu? Korku dolu bir masaldan ibaretti çünkü can pazarı, ölüm ile yaşam arasındaki son nefesteydi. Hiçbir açıklamam yok, hiçbir şeyin telafisinin olmadığı kadar yaralıydı bütün kırlangıçlar. Yapabildiğimiz tek şey korku dolu gözler ile izlemekti.

Hayatın acımasızlığını öğretiyor büyük öğreticiler, bir isyandan kalma kader hükmünü giydiriyorlar sırtımıza, yetmezmiş sıralı sayılardan ibaret olan isimsizliğimiz. Ah diyorum ah; bir de gel sen hisset yüreğimde yanan volkanı. Duymadı, duyurmaya yetmedi bendeki can pazarı. Yitirdim göz çukurlarıma doldurduğum bulanık suları, acılarıma yalanlardan örülü kumdan kaleler giydirdim, en küçük bir sarsıntı ile önce onlar yıkıldı, sonra ben. 

Bir fay hattı kadar derin olan sevgilerin, unutulmayacak acılara dönüştüğü kentin bütün enkazlarını yüreğime mezar yaptım. Bedensel bir duruş vardı ama bendeki bir ruh ölümüydü artık. Gidenlerin çaresizliği siniyor üzerimize, yüreğimizin coğrafyasında ıssız ve yalnız kalıyoruz.
    ‘‘Dilsiz bir ağıttır yaktığım tütün, kulaklarını kapatmayı unutma, acı sadece benim acım.’’