**
Yüksekova’nın kaldırımlarında yürürken gözüm bir çocuğa takıldı. Karton kutulara dizilmiş mendiller, başında ince bir bere, elleri ceplerinde. Rüzgâr suratıma vururken bir adım geriye çekildim ama o çocuk kıpırdamadı. Oradaydı; soğuğa, görmezden gelinmeye ve belki de hayata meydan okuyordu. Bir adım daha attım ama içimden bir ses beni durdurdu.
**
O an sen geldin aklıma. Belki sen de bu satırları okurken o çocuğun yanından geçtin. Belki gözlerini kaçırdın ya da bir bozukluk uzatıp hızla uzaklaştın. Ne hissettin? O çocuğun gözlerinde kendinden bir şey gördün mü?
Sait Faik’in sözleri yankılandı içimde:
“Bir insanı sevmekle başlar her şey.”
**
Ama ben orada durup sevemedim. Göz göze gelmekten korktum. Çünkü bir insanın gözlerinde gördüğüm her gerçek, benim kendi eksikliklerime bir aynaydı. Peki ya sen? Sen o çocuğu gerçekten gördün mü?
Ahmet Arif’in dizeleri bir sızı gibi içime indi:
“Anadolu’yum ben,
Tanıyor musun?”
O çocuk da Anadolu’ydu. O çocuk bizdik. Ama biz, kaldırım taşlarının kenarında oturmayı hiç bilmedik. Soğukta beklemeyi, sırtımızda yük taşımayı, mendil uzatırken bir çift göz aramayı hiç öğrenmedik.
**
Seninle yan yana olsak o çocuğa birlikte yaklaşsak… Ne yapardık? Mendil mi alırdık, bozuk para mı uzatırdık, yoksa sadece bir gülümseme mi?
Yaşar Kemal’in dediği gibi:
“İnsanı anlamak, önce onun yüzüne bakmakla başlar.”
Ama biz hiçbir zaman yeterince bakmadık. Bakmayı bilmedik.
**
Nazım Hikmet’in şu sözleri gelir aklıma:
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
Akarsuyun, meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı...”
**
Bu çocukları görmezden gelmek, ümidin düşmanlarına yenik düşmek değil midir? O çocuklar, hayatın kendisine tutunmaya çalışan bir filiz. Oysa biz onları görmeden, ellerimizi ceplerimize saklayarak yanlarından geçiyoruz.
**
Yüksekova’nın kaldırımlarında oturan veya gezen o çocuk, soğuğu hissetmiyor çünkü soğuğa alışmış. Gözlerinde çocuk olması gereken bir insanın erken büyümüşlüğünü görebilirsin. Kendi içimizdeki insanlığı koruyamadığımız her an, o gözlere daha yabancı hâle geliyoruz.
**
Şimdi soruyorum sana ve kendime: O çocuk kimin sorumluluğu? Bizim mi, devletin mi, dünyanın mı? Cevap hangisi olursa olsun değişen bir şey var mı? O çocuk hâlâ orada. O çocuk hâlâ bir çift gözle buluşmayı bekliyor.
**
Yüksekova’nın kaldırımlarında o çocuğu görmezden gelmek kolay. Zor olan durup yanına oturmak, onun sessizliğini anlamaya çalışmak. Zor olan o çocuğun gözlerinde kaybolmuş hayalleri görmek. Belki, sen ve ben bir gün bunu başarabiliriz.
**
O çocuk, bir mendili satarken aslında kendi geleceğini satıyor. Kendi çocukluğunun son izlerini, o karton kutularda kaybediyor. Bugün, belki sadece bir mendil alarak bir şey değiştiremeyiz ama gözlerimizi kapamayı bir an için bırakıp, onunla gerçekten göz göze geldiğimizde, belki bir mucize yaratabiliriz. Kaldırımlarda bir çocuk kalmasın. O çocuk orada kaldığı sürece, biz de oradayız. Kaldırımların sesi, bizim içimizdeki sessizliğe karışıyor. Bugün hep birlikte bir şeyleri değiştirebiliriz.
**
Ve ekliyor Yaşar Kemal: “Bir insan, bir çocukla birlikte gülüyorsa bütün insanlıkla güler.”