**
Bazı şehirler insanı çağırır. Bir ses gibi, bir türkü gibi, rüzgârın içindeki fısıltı gibi… Ve bazı şehirler, insanın içinden hiç gitmez. Hakkâri, işte tam da böyle bir şehir. Gitmiş olsan da, ayrı düşmüş olsan da, bir gün mutlaka dönersin. Çünkü burada, bir kez ayak bastın mı, dağların gölgesi üzerine düşer, nehirlerin sesi içine işler, rüzgârın serinliği teninde kalır. Bir daha hiçbir yer tam anlamıyla yurt olmaz sana.
**
Sümbül’ün doruğuna baktığında, gözlerin bulutlarla buluşur. Cilo Sat Gölleri’nin kıyısında durduğunda, zamanın durduğunu hissedersin. Reşko’nun zirvesine tırmanırken hayatın yükünü geride bırakırsın. Berçelan Yaylası’nda gün doğarken, insan anlar ki, bazı şehirler sadece haritalarda değil, kalplerde de yaşar.
**
Ahmet Arif’in sesi yankılanır vadilerde:
“Vurun ulan vurun,
Ben kolay ölmem!”
**
Evet, Hakkâri kolay ölmez. Kışı ne kadar sert olursa olsun, baharı hep içinde saklar. İnsanları ne kadar yorgun olursa olsun, dostluğu hep yüreğinde taşır. Burada bir kez ekmeğini böldün mü, artık yalnız değilsindir. Bir kere sofraya oturdun mu, artık kardeşsindir. Bir kere çay içtin mi, artık bu şehir senin için sadece bir şehir olmaktan çıkar.
**
Neşet Ertaş boşa dememiş:
“Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli…”
**
Gönül dağımızdır Hakkâri. Kimi zaman hasretin en ağır yükünü yükler omzumuza, kimi zaman en güzel anıları bırakır avuçlarımıza. Ayrılan döneceği günü bekler, dönmese bile dönmenin hayalini kurar.
**
Yaşar Kemal der ki:
“İnsan bir şehri sevmeye görsün,
O şehir dünyanın en güzel şehri olur.”
**
Hakkâri’yi bir kez sevdin mi, dünyanın en güzel şehridir artık. Çünkü sevdanın en ağırını , dostluğun en yeminlisini, hasretin en yakıcısını burada öğrenirsin. Burada sevmek, yalnızca sevmek değildir. Bir dağa tutunmaktır, bir rüzgâra güvenmektir, bir nehir gibi gideceğin yeri bilmeden akmaktır.
**
Turgut Uyar’ın dizeleri buraya ne de yakışır:
“İnsan,
Özledikçe huzursuz,
Özledikçe yaralı,
Özledikçe eksik kalıyor.”
**
Hakkâri’den ayrılan herkes biraz yaralıdır. Çünkü bu şehir, yalnızca gidilen değil; dönülen bir yerdir. İnsan burada doğduysa nereye giderse gitsin, eksik kalır. İnsan burada bir gün geçirdiyse, bir daha unutamaz.
**
Berçelan Yaylası’nda yıldızlar daha parlaktır, Sat Gölleri’nin suyu daha serindir. Yüksekova’nın rüzgârı sert eser ama insanın içini ısıtan bir sıcaklık bırakır geride. Şemdinli’nin dereleri başka bir hüzün taşır, Çukurca’nın yolları da dağların içinde kaybolur gider. Esendere, Derecik, Büyük Çiftlik ise; her biri bir hikâye, her biri bir türkü…
**
Zaman akar, yollar uzar, hayat insanı savurur. Ama bazı şehirler, insanın içinden hiç gitmez. Hakkâri de öyledir… Bir gün gidersin, belki başka bir şehrin sokaklarında kendine yeni bir hayat kurarsın, belki uzak bir kentin soğuğunda ellerini cebine saklarsın. Ama bir rüzgâr eser ansızın, hiç ummadığın bir anda. İçine dolan o tanıdık serinlik, seni alır, Berçelan’da bir sabahın ayazına götürür. Bir ses duyarsın içten içe, Cilo’nun eteklerinden yükselen, sana adını unutturacak kadar güçlü bir çağrıdır bu.
**
Ve bilirsin… Döndüğünde, Hakkâri aynı yerinde, aynı dağların arasında, aynı gökyüzünün altında seni bekliyor olacak. Sümbül, hâlâ göğe uzanacak, Sat Gölleri yine dinginliğini koruyacak, Berçelan’ da gün yine sarıya çalacak. Ama en çok da, senin için bekleyen gözler, senin için açılan bir kapı, senin için demlenen bir bardak çay olacak. Çünkü Hakkâri, gideni unutmayan, dönene darılmayan, beklemeyi bilen bir şehir. Bazı şehirler unutulmaz. Bazı şehirler, insanın kalbinde bir yara değil; bir yurt olur.
**
Ve bazı şehirler, insana Cemal Süreya’nın şu dizelerini hatırlatır:
“Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”