Yüksekova’nın zemherisi, yalnızca soğuk bir mevsim değil; ruhun en derin köşelerine dokunan bir ağıttır. Dağların beyaza büründüğü, her köşesinden buza kesen bir yalnızlık fısıldadığı bu coğrafyada, kış sadece bir hava durumu değil; bir yaşam biçimidir. Kar, Yüksekova’nın hikâyesini yazar gibi her yere dokunur; yollarına, evlerine, dağlarına, hatta insanların yüreğine. Kar, burada bir örtü değil, bir sırdır; altında saklı olanı bilmeden yaşarsınız. Sanki her kar tanesi, gökyüzünden süzülürken bir hikâye fısıldar; kimisi umut dolu, kimisi özlemle yoğrulmuş.
Ahmet Telli’nin dizelerinde dediği gibi:
“Soğuk bir yalnızlık gibi çöker dağların arasına kış,
Kalbin buz tutar, yollar kapanır, nefes bile çekilir.”
Yüksekova’nın zemherisi; insanı içe döndüren, kendisiyle baş başa bırakan bir sessizlik... Beyaz örtünün altında gömülü anılar, hayaller ve kaybedilenler sessizce ağıt yakar. Bu sessizlik öyle derindir ki bazen yalnızlığın çığlığı bile duyulur gibi olur. Zemheri, dağların yüceliğiyle birleşince insanı hem küçültür hem büyütür. Çünkü insan, bu zorluğun karşısında yenik düşmemeyi öğrenir. Yaşar Kemal’in doğayı işleyen kaleminden dökülen şu cümleler, bu coğrafyanın karanlık kışını anlatır gibi: “Kar, yalnızlığı büyütür. Yollar kapanır, insanlar içlerine kapanır. Ama her kapalı yol, bir gün mutlaka açılır.”
Kapanan yollar, ulaşılamayan köyler, sobaların başında içilen çayların derin sohbetleri... Hayat, bu soğukta adeta yavaşlar ama yavaşlayan her şeyde bir direnç doğar. Dağların gölgesinde yaşamayı öğrenmiş insanlar, doğanın bu sert sınavını sabırla karşılar. Sobanın sıcaklığında yeşeren dostluklar, camlara vuran kırağının güzelliğinde saklı hikâyeler, Yüksekova’nın zemherisinde unutulmaz bir yer bulur. Kış, bir acı değil; bir sabır imtihanıdır bu topraklarda.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizelerindeki o özlem, Yüksekova’nın insanında derin bir yankı bulur:
“Kar altında yürüyorum,
Düşlerim sıcacık bir köşe,
Ama yüreğim dağlardan soğuk.”
Zemherinin keskin rüzgârları yüzünüze vururken bile, bu soğuk yalnızca üşütmez; aynı zamanda insanın içindeki gücü ortaya çıkarır. Çünkü Yüksekova’da zemheri, bir bitiş değil; baharın ilk işaretidir. İnsan bilir ki her kar, altında baharı saklar. Yüksekova’da zemheri bir öğretmendir; acıyı büyütmek yerine sabrı öğreten, doğanın sessizliğini bir direnişe dönüştüren.
Bu yüzden zemherinin ortasında, beyaz dağların altında sessizce bekleyen insanlar, daima baharı hayal eder. Çünkü zemheri, yalnızca bir kış değil; umudun en derin hâliyle sınanmasıdır. Ve ne kadar uzun sürerse sürsün, her zemherinin ardından, beyaz karın altından bir çiçek fışkırır. Bu çiçek, Yüksekova’nın direncinin ve umudunun simgesidir. Zemherinin susturduğu doğa bir gün mutlaka yeniden uyanır ve bu uyanışla, bembeyaz kışın ağıtları yerini neşeli türkülerle doldurur.
Yüksekova, zemherinin çığlığını içinde taşıyarak her zaman yeniden doğar. Dağların arasında yankılanan sessizliğiyle, doğanın gücünü ve insanın sabrını bir arada anlatır. Bu yüzden zemheri, yalnızca bir mevsim değil; bir yaşamdır; zorlu ama içinde baharı saklayan, ağır ama umudu besleyen bir yaşam…