Dilek panosunu andıran bir pano vardı karşımda. Üzerinde renkleri solmaya başlayan küçük renkli kartonların üzerine el yazması notlar. Okuma yazma bilmiyor gibi sadece göz gezdirdim. Meraklı iki kelime çıkmıştı ağzımdan. Ne yazmışlar? Dedim. Göz yaşlarının izlerini, dedi. Bakışlarım ile sorgular gibi dönüp ardıma bakmam ve teker teker yüzüme çarpan küçük hikâyeler çarpışmıştı. Yaşanan acı devasa boyutlara ulaşmıştı ve artık yüreğime doğru akan bir şelalenin varlığını hissediyordum. İrili ufaklı bir şeyler oyuklar açarak ilerliyordu, sanırım dilini bilmediğim o acı yüreğimin nasırlarını tırnaklıyordu.
Ne gariptir gecenin en derin anında bütün seslerin yabancısı olup ta bir tek kendi içinde ki tıkırtıların sesini duymak. Gölge'min çoğalmasını ve gittiğim yere kadar eşlik etmesini diliyordu soluk alışlarım çünkü ben çocuk gülüşlerinin toplayıcısıydım. Bu kadar büyük bir yükün hafifletici nedenleri yoktu. Bil ki tekrar tekrar çok üzgünüm kelimesinin tekrarı düğümlendi yutkunduğum son harfi. İnsan ne kadar üzgün olabilir ki bir başkasının acısına? Oysa kendi acımız yumak yumak ip dolaması gibi oturmuşken içimize.
Geride kalan her şeyin bir izi vardı ve zaman sadece saatten ibaret değildi. "Zamanla geçer, unutulur her şey" dedikleri söz neredeydi? Geçmesi gerekenler geçmemişti aksine zamanın peşinden giden saat bile yorgundu ve biliyordu ki trajediye dönen bir hayatın cesetleri çoktu. Tarih geçer bir takvim daha çoğalır biri bitse, biri kalıyordu ve o ağaran zaman bir an bile uğramamıştı Ezidi kasabasına. Bir saç örgüsü eksik olan kıza bakıyorum, birde sırtında taşıdığı derin düşüncelere. İnsan bu kadar ruhsuz görüne bilmek için ne kadar kan kaybedebilir? Diye sorular büyüdü.
Bir asır daha bakacağım, uzun uzun yolculuk yapacağım cama doğru uzandı tırnaklarım belki de nefes alabilmekti tek derdim. İçe dönük bir ayna vardı sanki içinde ve o sadece aynaya bakıp gamzesinin sıcaklığı ile uyuttuğu gülüşlerine dalıyordu. Ateşin sessizliği vardı aramızda, göz pınarların da süzülen ince bir dumanın sisi. Babasının elinde sıkı sıkı tuttuğu eski yuvarlak bir cep saati vardı, benim gözüm onun ellerinde ki derin yangından kalan insan eti, diri diri yanan insan.
Yıpranan anı kitabının sayfalarını çevirdikçe parmaklarıma batıyordu acı. Söyle dersem mezar taşında çoğalan saçların ahı tutacaktı, sussam içimde ki ateş önce beni korlayacaktı. "Her köşe başında bir hatıra, birilerinin anılması ile hatırlanır". Acıların kişisel dili, bedensiz ruhlar taşıyıcısı dilimdeki ağırlık ile düş kuyusundan kurtulmayı bekliyorum…