Cümleler ne istediğini bilmiyor olabilirler,  heceler arası duygu kayması olabilir, bir cümleden başka bir cümleye geçişte  köprü görevi gören  duygular, fahiş fiyattan derdini tam  seyrinde anlatamayabilir de.  Ve belki de  kendilerini ait hissedemediği  yerde görüyorlardır da,  duygu karışıklığı ortaya çıkmış olabilir.   Büründükleri hale  paralel bir  çizgide  olmayabilirler.  Sayamadığım bir sürü sebep te dahil olabilir. O yüzden delidir ne derse yeridir  dense alınmam, çünkü kimse gönlüne yakın yerden uzakta  yaşamak istemez. Yere mahkum  hisseder, göğe kör olur, müziğe sağırdır başka memleketler.  Atmak zorunda olan kalbin derdi var ki, her atışında ses olur, hece olmaz,  hikayesi yazılamaz.

Dedim ya cümleler ne istediğini bilmezler,  ama kalp bilir ne istediğini.
Efendim sadece cümleler değil, ağaçlar da suçlu, en az özgürlük kadar, kuşlardan  ezgilere kadar. Herkes,  en az yaşam kadar suçlu. Mesela ağaçlar   giyinmesini  bilmiyorlar,  süslendi mi baharı müjdeliyorlar, insanın niyeti bozuluyor, hiç aklından dahi geçmeyen  fikirleri insana düşündürüyorlar, yoksa  halay bizim neyimize. 

Kuşlar, ağaçlarda  annelerin örgülerine  taktıkları tokalara benziyorlar, ağacı süslemek te nerden çıktı, anneler ya çocukları için   süslenir ya da eşleri için. Ya ağaçlar neden süslensin ki, belki de bahar için ve belki de halay için.  Kuşlar  ötmesini beceremiyorlar ki,   kendi dilinde ötülür mü  hiç. Başka dilde ötsün, baharın müjdecisi   çiçekleri uyandırmak sana mı kalmış. 

Asıl  söylemek istediğim coşturan herkes,  her şey suçludur. İhbar gibi olmasın ama ağaçları da, kuşları da, insanları da  notalar cesaretlendiriyor, şal û şepık,  kıras û fistanı da bizlere giydiren türkülerdir, tarihtir. O  yüzden en büyük  düşman  notalardır. Davula,  zurnaya  sakız olmuş  her vuruşta ve  nefeste. Bir araya gelip  halayı  coşturmaktan daha vahim ne yapabilirler ki tarihi yazılamayan   notaların. Sahi  sizin oralarda da    besteler  çalınıyor mu ?

Bir de yetmezmiş gibi adeta doğayla  bir olmuşlar,  notalardan, ezgilerden ve türkülerden  bir örgüt kurup  tomurcuk ve çiçekleri halaya  hazırlıyorlar. Kışa  savaş açıp baharın erken gelmesi  için doğayı cesaretlendiriyorlar. Bahar kendiliğinden gelmesini bilmiyor mu?  ağaç sade bir  süslemeyle yetinemez miydi? Notalar halaysız çalınamaz mıydı? 
Sesi kırılsın notaların,  çiçekleri büyütmek için  ninni olmasaydılar. Davul zurna sesini duyan  ayaklar tepinmesin bir daha.  Adeta  taziye sadeliğinde  herkes hayatını yaşasaydı,  bunca yasak  icat edilmezdi ki.  Gereksiz bir masraftan başka bir şey değildir onların istediklerine yeni yeni yasaklar ve yasalar çıkartmak. Yanlış anlamayın üç günlük bir taziyeden  bahsetmiyorum  en az kırk ömürlük bir taziyedir benim bahsettiğim. Her başımızı  kaldırdığımızda Renk renk açan çiçekler yok mu, sanki yasaklanmış tüm renklere inat bir araya gelip  her biri yasaklanan rengiyle  doğanın iştahını kabartıyor  bahara.  Yeşil elbette yasak  olmalı, hele baharı anımsatıyorsa, en az sarı ile kırmızı kadar yasak olmalı.
Hem düşünsene saksıdaki çiçeği,  neden pencere kenarına yakın yaşamak   istesin ki ?   O da kendince dışarıya baharı haber ediyor pencereden, onu da suç saymak gerekmez mi? 

Muhtelmelen  örgütlü suç kapsamına girer bu birliktelik yaşam . Toplu olarak açmakta ısrar eden   ölmüş  ağaçlar yaprak vermişti diye  tutuklanacaklar. Fotosentez yapan otlar yargılanacak,   1071 den beridir  yeşerip  ölen otlar da  tekrar hayata  döndürülüp karbondioksitle  soluklandırılacak. Kuşlara, konsun diye uzattığı   dallara yardım ve yataklıktan da ve   çiçek açmaya kadar ayrı ayrı dosyalardan dava açılacak.  DGM tarafından  fotosentez üretip karbondioksit  düşmanı olduğunun hesabı da  sorulacak,  darbeye teşebbüsten yeni suç dosyaları orman bakanlığınca  dava açılmadan hazırlandı bile.  Akşamdan meyve veren ağaçlar ormandan uzaklaştırılacak dallar koparılacak ve  ormanistan dan sürülecek, 
Halaysız,  türküsüz yeni bir dünyaya. 
Acaba bizde,  ağaçların kuşları, kırılan dalları mıyız?