Alırdık elimize bir torba, ekmek koymak için. Fakat buralarda ekmekten çok çocuklar tükeniyor, tüketiliyor.  Ekmek yerine tıka basa  çocukları dolduruyorlar  torbalara.  Annelerinden  kalan son bir yazma ile sırtlarlar ayazın en kör yerinden çocukları,  bazen de kuyunun en dibine.  
Yol ileri. 
Hedef belirsiz. 
Duygular afalanmış. 
Ölen kim?
Öldüren kim?
Babaların boynu bükük, elindeki  takati kalmamış  bastonuyla. Bilmez mi babalar yükünün ne olduğunu, elbette bilir. Fakat dağların birbirine geçit vermeyişi, karların  çocukların boyundan fazla yağması dert olmuştu. 
Derdi gökle değil, yerdekilerleydi babaların. 
Anneler, sokaklarda topladıkları çocukları  dondurucularda  saklardı, toplayamadıklarını da sokaklara bırakırdı.  Ve bazen de annelere sokaklar mezarlık ederdi,  günlerce bulamadıkları çocukların  cezasını  onlara ödetirdi. 
Ve sokaklar da katildi.
Turşu değil ki bunlar, 
türlü de değildi güneşte olgunlaşsın.  Oynan saklambaç oyunu değil,  çünkü sıcaklar düşmandı henüz ölmüş bedenlere. Kuyular han olmuş, avcılar  hancı  olmuştu.
Yaz - kış  meyveleri de değil derinliklerde saklanılsın.  Henüz çıkan ekmekler de değil ömürlerini uzatmak için.
Çocuktur, çocuk bunlar. Ölüm onlar için yazılmış bir şey değil, onlara yaşam kader kılınmış, ölüm değil.  Ölmesini henüz bilmiyorlar, biz öğretmesek tabi.  Tek bildikleri şey yaşamak, oynamak, sevgi ve  yemektir. Düşmanlık nedir bilmezler, 
merhametsiz  zamanlara sakladıkları  hayatlarının en aziz   döneminde kim aldıya gidiyorlar. Bırakın da oynadıkları yerde yaşasınlar, toza-toprağa  karışsınlar,  üstleri başları oynamaktan kirlensin. Bedenleri yorgun düşsün birbirlerini kovalamaktan. Gözleri yorulsun  birbirlerini aramaktan, oyundan kaybolsunlar, sahiden değil. Çirkinlerin  güzel olanı  söküp almalarına müsade edilmemeliydi,  Aksi durumda güzel bir toplum   yerine hasta ve çürümüş  toplumları meydana getirirler.   Merhametsiz zamanın gaddar insanlarını peyda ederler.  Herkes bulunduğu yerden  en yetkin kimliğiyle karşı çıkmalı.  Bunlar olup biterken  merhametsizliği zamana   yüklemek  haksızlık olur elbette. Bizden kaynaklanan  bir umursamazlık halidir. Saatin,  akrep ve yelkovanı, dünyaya henüz gelmiş acemi, yaşamı keşfedememiş  birinin elinden - kolundan  tutup kötülük  için örgütlediğini  görmedim. Zamandan değil, kişisizlikten kaynaklı , dinden değil,  cehaletten kaynaklı, inançtan değil  sapkınlıktandır bu çürümüş zihniyet. Ve bunlar  önce kendi kendini yer, bitirir, doymaz. Sonra  başkalarını yemekle başlar, yamyamlıklarına  herkesi dahil etmeye çalışırlar. Eğer başkalarını da   kendi  sapkınlıklarına dahil edemezlerse  toplumun gözüne batarlar,  yapacakları pis işleri rahat rahat yapamazlar ve onlar için en uygun ortam, yer ve zaman onlarla aynı görüşteki bir toplumdur. Gaye,  kendilerinden ve kendileri gibi  bir toplum yaratmak. Kendilerini sanki yaşanılır  bir davaya adamış ruhunu  hissettirmek. Tam da böylesi zamanlarda  ihmal edilen küçük ölçekli bir zamana kurban ediliyoruz,  ihmal ettiğimiz çocuklar ve başkalarının onlar hakkında  gelecek kararı,  yaşanılamaz dünyalar  yaratıyor gelecektekilere. Kimin doğru kimin yanlış,  neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiğimiz, fakat öğretmediğimiz dönemlerdeyiz. 
İyiler çürüdü, 
iyilikler çürüdü, 
biz çürüdük.
Hastalandık. 
Eskiden sağlam elmaların arasında çürük olanı çıkartıp  geri kalanların  çürümemesi  içindi tüm çabamız. Ama şimdi kasada kalan son sağlam elmayı kurtarmak için  tüm çürük elmaları ayıklamaya  çalışıyoruz. Kasanın içindeki sağlam elmayı çıkartın,  geriye kalan çürükler   çürümeye devam etsin. İşin özcesi  eskiden çürükler ayıklanırken  şimdi sağlamlar ayıklanıyor. Çünkü çürükler sağlamlardan  katbe kat  fazlalaştı. 
Şimdi söylesene hangimiz çürük, hangimiz  sağlamız. 
Ayıklanmalı mıyız yoksa çürümeli mi ?