+ Savaş nedir bilir misin çocuk?
– Eğer başkalarını  kendi ellerimizle  boğmaksa, elbette biliyorum. Eğer kadın,  çocuk, yaşlı demeden kıyımdan geçirilmekse, onu da biliyorum. Eğer ağaçlar, kuşlar, doğa  yakmaksa, bilmez miyim savaşın ne olduğunu.
+ Söyler misin çocuk savaş ne değildir?
– İçinde kibrin olmadığı  her şey savaş değildir. 
–İçinde ahlakın   ve merhametin olduğu  hiçbir şey  savaş değildir.
- Ve ölümün olduğu her an  savaştır. 
+ Barış nedir   çocuk  söyler misin?
– İçinde merhametin olduğu her şey barıştır. Ağaçların dallarına kuşların  konmalarına gösterdiği  sevgiyse,  biliyorum barışın ne olduğunu. Çiçeklerin polenlerinin  başka çiçeklere götüren  arılara açılan pencereyse,  her gün silah sesleri altında  başkaları barışını yaşıyor,  başkaları da savaşını yaşıyorsa,  birbirine zıt bu  iki terimi de biliyorum. 
- Ve yaşamın olduğu her şey barıştır. 
+ Savaşın faydaları var mı ki insanlar yaşamın kutsallığını  savaşın  eziyetine değiştiriyorlar? 
– Azizim  başkalarının  bilgelikle  öncü olamadığı toplumları  bilek gücüyle sindirmeye çalışmasıdır. Yaşamın kutsallığına erişemeyenlerin  tercihini savaştan yana kullanmasıdır. 
+ Sence Din nedir çocuk? 
–  Terimsel olarak  dinin ne olduğundan pek emin  değilim ve bilmiyorum da. Fakat  dinin çocuk katında değişkenli ve geçişkenli olmadığını söyleyebilirim.   Yaşamın kutsallığı üzerine yazılan  her şarkı  dinidir. Güneşin herkese doğduğu,  yağmurun herkese yağdığı,   bereketini kimseler  üzerinde eksik etmeyen topraklar dindir. Ve eğer sevmemi emrediyorsa  dindir. Yaşatmamı    istiyorsa  dindir. Okumamı istiyorsa yine dindir. Güzel olan her şey dinidir azizim.
+ Neden birden çok din lazım olabilir ki? 
– İnandığımız  Tanrı  bizi  sadece bir inançtan  sorumlu tutmayacak mıydı? Elbette evet. O da insanlıktan.  Bu kadar inancın içinde kaybolmuş, bize bahşedilen en kutsal olan insanı, yarattığımız  inançlar  uğruna  heba ediyoruz. İnancın en tepesinde insan yok muydu? Kutsal kitaplarda din, insan yaşamının kutsallığı göz önünde bulundurularak   ortaya çıkmamış mıydı?   Ve din insanın yaşam  ihtiyacına  göre ortaya çıktı.  Çünkü insanlar inançlardan büyüktü,  bir nevi insanlar dinin tarihidir, atasıdır.  İnsan nüfusuyla beraber  insanın anlaşılması da o derece zorlaştı,  taa ki  bizi bize anlatacak son bir insan kalmayana kadar. O zaman bize yeni anlaşılır bir insan  ve bu insanı  tekeline  indirgemiş  bir din daha lazım olageldi.  Hatta her toplum  kendi ihtiyaçları doğrultusunda  yeni bir din, yeni kurallar ve yeni savaşların hikayelerini yazma gereği duydu. Doğru ya da yanlış, ihtiyaca göre. Terminolojik olarak tanrı-kul  ilişkisini yeniden dizayn etme zorunluluğu hissetti.  İki kardeşten birini kahraman ilan edecekler,  birini  hain. Birini cennete alacaklar,  diğerini cehenneme atacaklar.  Gördün mü cennetimize de  cehennemimize de karar verenlerin kimler olduğunu? 
- Sonuç olarak yeni dinlerin ortaya çıkmasında inananların  değil inanmayanların hükmüyle gerçekleşti.  Çünkü inançlar,  başkalarının fütursuz emellerine ulaşmak için bir engeldi. İnsanoğlu  amacına ulaşmak için tek engel olan bu inancı ya değiştirmek zorunda kaldı,  ya da kökten kaldırıp  amacının önünde bir engel oluşturmayan  yeni  bir ihtiyaci inanç geliştirmek zorunda kaldı. İki inanç arasında ki  ömrün takati kalmışsa eğer,  inananların  ermişliğine  varmışsın. Yıllarca  inandığın, dünyanın yanlış tarafından inanca beşiklik  ettiğini  görünce, yeni yol bulmak için yönünü şimdiye kadar verdiğin ve doğruluğuna inandığın  değerlerden  kıbleni  değiştirince, yeniden ve sıfırdan bir inanca ve kıblegâha   doğru yol almaya çalışacaksın. Çünkü bize inançtan, barıştan  ve güzellikten  bahsedenlerin  samimiyetine inanmak için bir çeşit  inançtan geçmemiz  gerek,  sonra savunduğu  inanca. Yani önce barıştan bahsedenin barışsever olduğuna inanmak  gerek, sonra barışın kutsallığına inancın  yolu açılacak.   O yüzden Mezopotamya topraklarının  inancı  daha kıymetlidir, daha çilelidir, daha merhametlidir, tüm bu  yoldan alıkoymalara rağmen inanmışsak  eğer, bu bizim inanca olan sadakatimizdendir.  İnandığımız  her bir  barış başına en az iki tane sevap  yazılmalı, inanmadığımız her bir  savaşa da günah diye çocuklarımıza  yazılmamalı. Şimdi anladın mı   yeni inançların neden bizi bu kadar sarstığına? Ya İnançla beraber  kaderi değişen toprakların ne suçu var? Kiliseler yıkılır, yerine Camiler yapılır, Camiler yıkılır yerine Havralar yapılır. Her yıkılan ibadethanenin yerine yeni bir ibadethane ve her işgalden sonra  ibadet yönümüz de yerimiz de  değişir.  Secdemizin   yönü doğuyken savaşlardan sonra güneydoğu olacağını  hangi Kilise Ayininde  ya da Cuma Hutbesinde söylendi ki? 
Dedelerimizin, tarihin  belki öğretemeyebileceği  sözleri, her zaman vardır heybelerinde.  "Hangimizin inancına, memleketine ve  tarihine  dört duvar örülmemiş ki !  Buralar hep bizimdi ve  bizimle aynı kaderi yaşamış diğer kardeşlerimizindi. Fakat onları bizlere kırdırttı  cennet karşılığında.  Şimdi de bizi ya birbirimize  ya da başkalarına öldürtüyor toprak uğruna. Tarihimize ve talihimize yeni halklar arıyorlar.  Unutma! Bu örülen duvarlar  seni uzun uzun yaşatmak için değil, kısa kısa öldürmek içindir. Hudut çizilen arsalar senin için değil, senden alıp senden sonra yeni bir sahip bulmak içindir.
Hepimiz halatlardan birer yaşam örmek istedik,  fakat dantelden  bir yaşamın kıyısından öteye geçemedik .
Savaşın sonsuza dek sürmeyeceğini  bilin,  o yüzden savaştan nefret edin.  Ve barışın sonsuzluğuna inanın, o yüzden koşulsuz  sevin".