Gelecek uğruna, umutlar ve yaşamlar sahiciliğini yitiriyor. Cezalar korkutucu değil eskisi gibi, aksine yeni hatalara teşvik edici. Ödüller heyecanlandırmıyor tam aksine korkutuyor, güzel sayılacak eylemlere mani oluyor. İnanır mısınız her şey caydırıcılığını ve inandırıcılığını aynı oran da yitirmiş. Şunun şurasında yaşayacağımız kısa ömürlü bir hayat ve uzun ömürlü bir ölümden bahsediyorum. Bu kadarına gerek var mıydı? Onca umutları sahtekarlaştırmaya, onca yaşamları kıymetsizleştirmeye ve onca kırgınlıklara mahal vermeye. Artık yaşama zorunluluğu hissetmeyen bir sürü hayat piyasaya sürülmüş. Piyasa hayatı adeta. Yaşam üzerine yeni şeyler keşfetmek mümkün değil? Yaşanması gerekenler yaşanmıştı , söylenmesi gerekenler söylenmişti, bizden öncekiler değil elbette, onlardan öncekiler yaşamın en duruk noktasına varmışlardı zaten. Bizlerin yapmış olduğu ve yaşamış olduğu yeni şeyler, hayatın ve sözlerin birer tekrarından öteye geçememiştir. Kim bilir belki de şuan yaşadıklarımız dedelerimizin, ninelerimizin yaşadıkları hayatın tekrarıdır. Kendi tekelimize almış, bizimmiş gibi, yeni bir hayatı keşfetmişiz ve heba ediyormuşuz. Halbuki bizden öncekiler altmış yılın kırk senesini hatalarının farkına varmak için harcamışlardı. Hayatlarının güz dönemlerini ise pişmanlıklarını doya doya yaşamışlardır( şimdi ki bizler gibi) yaşamayı düşündükleri fakat yaşamayı beceremedikleri hayatlarını. Onların yaşadıklarını hangimiz yaşamıyoruz? Düştükleri hatalara hangimiz düşmüyoruz? Çarçur ettikleri hayatlarını hangimiz çarçur etmiyoruz? Kendilerine ve birbirlerine zindan ettikleri senelerini hangimiz etmiyoruz? Hani bir defa, iki defa, üç defa çukura düşenden ders alınırdı? Bizim geçmiştekilerden çıkardığımız ders var mıdır söyler misin? Ve şimdi başkalarının da bizim gibi yaşaması için rehberlik ediyoruz. Sanki var olan hayatlardan en doğrusu ve en yaşanılası bizim yaşadığımız hayatmış gibi. Ama Hayat bizim değil ki, hayaller dışında. Tıpkı geçmiştekilerin ki gibi. Başkalarının yaşantılarını senin yaşantınmış gibi yaşamak hırsızlık değil de nedir? Tıpkı bestelenmiş şarkıların sözlerini ve ritmini bilinmeyen dilden başka bir dilin tekeline almaya benzemez mi? Başkalarının yaşamış hayatlarını sanki ilk biz keşfetmişiz gibi. Çünkü her yaşam bir inançtı, ve her yaşam felsefeden birer iz bırakırdı kendinden sonraki gelecek ve yaşamayı düşündüğü inanca. Her gelenin yeni bir inanca kavuşması ve her gidenin geride bıraktığı inanca kendinden bir şeyler katmaması mümkün müydü? Yazılacak o kadar çok şey var ki, hatta yaşanılacaklardan bile fazla. Mesela asli görevimiz yaşam iken yaşam dışında her şeyi yaşıyoruz. Bize önceden küçük şeylerle mutlu olmayı öğretenler vardı, büyük şeylere ayıracak pek vaktimiz de yoktu, tamah etmezdik te. Yaşamaktan hayal edemiyorduk, çünkü hayaller ancak yaşamın eni ve boyu kadardı, orantılıydı. Her ikisinin de hacmi ve ağırlığı eşitti. Biri sanal, biri gerçekti. Biri elle tutulur, diğerinin ise sadece bahsi geçerdi. Siz olsanız hangisini seçerdiniz? Yaşayacaklarınızı mı? Yoksa yaşayamadıklarınızı mı? Şimdi büyük şeylerle mutlu olmayı, küçük şeylerin kıymetsiz olduğunu öğretenlerin çağındayız. Hangi ara unuttuk, hayatın gizemliliği ve öğreticiliğinin ayrıntılarda gizli olduğunu? Küçük şeyler bizi kesmiyor, duyurmuyor, her şeye iştah kabarmış, adeta açgözlülük hastalığına yakalanmış durumundayız. İrade direncimiz zayıflamış, önüne gelen her şeyi istiyor, hastalık gibi. Piyasaya sürülen her hayali, her yeni şeyi hastalık gibi kapıyoruz. Daha çabuk yeniliyoruz küçük şeylere. Söylediklerim yaşayacaklarımıza gölge düşürmesin. Elbette eteklerimizde karamsar kokan cümleleri dökmekten yorulmasak ta, yine de her şey yolundaymış gibi devam etmeliyiz ki, yollar açılsın, karşıdaki dağlar önüne gölge olmasın ve önünden çekilsinler. Unutmayalım bize bahşedilen hayat baştan başa merhametten ibarettir. İsraf edilen hayata da, cimrice yaşanılamayan hayata da merhametli yaklaşmamız lazım ki, yaşadıklarımızın farkına varabilelim. Öyle yaşayalım ki yaşadıklarımıza doymadan ölelim ve öyle ölelim ki yaşadıklarımızın doygunluğuna varmış olarak gözlerimizi kapatalım. Mesela biraz daha yaşasaydık, ölme vakti gelene kadar. Sanki biraz daha yaşasaydık ölmek için değil yaşamak için dünyaya geldiğimize ikna olalım. Ve sanki biraz daha yaşasak, yaşamın zirvesine varacakmışız gibi duygusunda olalım. Yaşam tüm ihtişamıyla bizi bekliyor, hoş geldin der gibi yaşayalım. Yeniden yeniden aklımıza gelsin yaşam. Biz ölümden büyüktük, fakat yaşam bizden ibarettir. Eğer istesek yaşamdan da büyük oluruz. Biz istesek, hayatı yaşama zorunluluğundan kurtarıp, sevilesi bir hayata neden dönüştürmeyelim ki?