Eskiden bu şehrin uzun kanatlı beyaz kuşları vardı. Şehri baştan başa ortadan ikiye bölen derenin semalarında uçan, manzaraya güzellik katan uzun kanatlı beyaz kuşlardı bunlar. Bu şehrin doğallığının ve masumiyetinin son tanıklarıydı bu kuşlar.
İlkbaharda karların erimesi ve havaların sıcak olmaya başlamasıyla gelen bu kuşlar, sonbaharın soğuk günlerine kadar şehrin sakini olmaya devam ederlerdi.
Su medeniyetti ve bu kuşlar da su medeniyetinin en güzel parçalarından biriydi. Su medeniyetinin kolları temiz kanallarla şehrin hemen her mahallesine uzanır ve toprağa can verirdi.
O yıllarda kuşları gibi suyu da beyaz ve tertemizdi bu şehrin. Genellikle toprak evlerde yaşayan şehir halkı halılarını yıkamak için bütün yaz mevsimi boyunca beyaz kanatlı kuşlarla beraber dereye inerdi. Toprak medeniyetinde yaşayan bu güzel halk su medeniyetiyle temizlenir ve doğa ile barışık yaşardı.
Yıllar geçti, bu şehrin evleri topraktan betona dönmeye başladı. Yol kenarındaki temiz su kanalları çöplerle dolmaya başladı ve temiz sular bulandı. Şehrin sakini beyaz kuşların davranışları da gün geçtikçe değişmeye başladı. Eskiden sadece balık ile beslenen beyaz kuşlar, artık balık bulamaz hâle gelince dereye atılan çöplerle beslenme alışkanlığı edinmeye başladılar.
Şehir bir bütünlük hâlidir ve insan o bütünlüğün en temel parçasıdır. İnsanından çevreye yayılan kirlilik hâlinden dere de nasibini aldı. Deremizdeki kirlilik hâli günden güne artmaya başladı. Sonunda olan oldu ve bütün beyaz kuşlar bir bir bu şehri terk edip gittiler.
Şehri terk eden sadece kuşlar mıydı? Koskoca bir su medeniyeti, toprak medeniyeti gündelik hayatın kirliliği içerisinde şehri terk edip gitti. İnsanlar topraktan betona bir hayat tarzına evrildikçe ataların mirası olan toprak ve su medeniyeti yerini beton yığınından oluşan amaçsız ve kontrolsüz bir şehirleşmeye bıraktı.
Doğada en değerli olan iki madde (toprak ile su), bu şehirde değersiz bir hâl almaya başladı. Uzun yıllar boyunca altyapısı olmayan bu şehirde bütün halk kirli sularını toprağın altına ve kanalizasyon borularını temiz dereye akıttı. Toprağımıza ve suyumuza tarihin en büyük haksızlığını yapıp onları uzun yıllar boyunca kirlettik ve hâlen de kirletiyoruz.
Doğa kendine yapılan ihaneti asla cevapsız bırakmaz. Toprağımız ve suyumuz da bu ihaneti cevapsız bırakmadı elbet. Meyvesinden tut yeşil doğasına kadar her şeyin tadı ve rengi kayboldu, bereketi kaçtı her şeyin. Zihnimizin bir yerinde güzel anılar kaldı sadece.
Eksilen biz olduk, insanlığımız oldu. Artan ise sadece duyarsızlığımız ve medeniyetsizliğimiz oldu.
Son yıllarda şehrimize kazandırılan atık su altyapı sistemi ve dere yatağının ıslahı-çevre duvarlarının yapılması bu duyarsızlığımızı azaltmak ve şehri kirlilikten kurtarmak için atılan çok önemli adımlar oldu. Takdiri hak eden adımlardır bunlar.
Bir şehrin içinden derenin, çayın geçmesi o şehre estetik açıdan çok büyük bir değer katmaktadır. Dünyada böyle şehirler diğer şehirlerden hep bir adım daha önde olmuştur. Bizde böyle olmadı, olamadı.
Şehrin içinden geçen derenin iki tarafında bulunan yol trafiğe kapalı alan, yürüyüş ve bisiklet yolu olursa, derenin her iki kenarında yapılan yol çalışmalarına yeşillendirme çalışmaları eklenebilirse eğer, şehir bir adım daha ilerlemiş ve güzelleşmiş olacaktır.
Bunun yanı sıra kırmızı alarm veren deremizi eski günlerine çevirmek için ciddi anlamda düşünmeli ve projeler üretmeliyiz. İnsanımızın bu şehrin güzel doğasını temaşa edeceği ve temiz havasını soluyacağı sosyal mekanlara ihtiyacı vardır.
Geldiğimiz noktada geriye dönüp bakarak bütün aşamaların (yaşanılanların) birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu ve bu şehrin geleceğine dair bir hayal görebiliriz.
Kim bilir bakarsınız uzun kanatlı beyaz kuşlarımız gittikleri yerden geri dönerler...